Külliyeye yaklaştığınızda sizi ihtişamlı bir yapı karşılıyor. 1488 yılında Sultan II. Bayezid tarafından inşa ettirilen bu külliye, sadece bir camiden ibaret değil; içinde darüşşifa (şifahane), tıp medresesi, imaret, hamam ve çeşitli sosyal yapılar bulunuyor. Yüzyıllar boyunca hastaların tedavi edildiği ve tıp eğitiminin verildiği bu mekân, günümüzde bir sağlık müzesine dönüştürülerek ziyaretçilerini geçmişe götürüyor.
Külliyede en çok ilgimi çeken bölümlerden biri müzikle tedavi odası oldu. O dönem hastalar için ney, ud ve rebap gibi enstrümanlarla özel makamlar çalınarak tedavi yöntemleri uygulanıyormuş. Mesela, rast makamı huzur verirken, hicaz makamı melankolik ruh hâlini yatıştırmak için kullanılıyormuş.
Ayrıca su sesiyle terapi yöntemi de burada sıkça uygulanıyormuş. Darüşşifa’nın iç avlusundaki şadırvan, akustiği sayesinde su sesini her noktaya eşit şekilde yayıyor ve hastalar için rahatlatıcı bir ortam oluşturuyormuş.
Burada sadece hastalar tedavi edilmiyordu; aynı zamanda hekimler yetiştiriliyordu. Tıp Medresesi, Osmanlı’nın sağlık eğitimi verdiği önemli kurumlardan biriydi. O dönemde anatomi, farmakoloji ve cerrahi alanlarında önemli çalışmalar yapılıyordu.
Son olarak, külliyenin mutfağına uğradığımda Osmanlı’nın sağlıklı beslenme anlayışına da tanık oldum. Bitkisel ilaçlar, şifalı otlar ve baharatlarla yapılan yemekler, sadece açlığı gidermek için değil, aynı zamanda hastalıkları önlemek amacıyla hazırlanıyordu.
Ziyaret Saatleri: 09:00 - 17:00 (Pazartesi hariç her gün açık)
Bu benzersiz mekânı ziyaret etmek, sadece bir müzeyi gezmek değil; aynı zamanda tarihle, bilimle ve şifa geleneğiyle iç içe bir yolculuğa çıkmak demek. Eğer tarihe ve tıbba ilginiz varsa, burayı mutlaka listenize ekleyin!